ABD, ORTADOĞU VE TÜRK İSLAM BİRLİĞİ
Masum insanları hedef alan 11 Eylül saldırıları, tüm dünya tarafından olduğu gibi Müslümanlar tarafından da lanetlenmiştir. |
11 Eylül tarihinde New York Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Pentagon'a düzenlenen, binlerce masum insanın ölümüne, pek çok insanın da yaralanmasına neden olan saldırı, dünya düzeninin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcı oldu. Pek çok teorisyen tarafından farklı görüşler ortaya konuldu. Bir kısım uzmanlar, bu terör saldırısının daha büyük çatışmalara neden olacağını öne sürerken, büyük bir çoğunluk da Amerika'nın bundan sonra izleyeceği politikanın itidal ve adalet üzerine inşa edilmesinin şart olduğuna dikkat çektiler.
Saldırının ardından, Amerika Birleşik Devletleri teröre karşı geniş çaplı bir mücadele başlattı. Hemen tüm dünya ülkeleri ve uluslararası topluluklar ABD'ye bu mücadelesinde destek verdiler. Teröre ve teröre destek veren tüm unsurlara karşı yürütülen bu mücadelede, ağırlıklı olarak askeri tedbirlere başvuruldu. Ancak bugün gelinen noktada, bazı başarılar elde edilmiş olmasına rağmen, söz konusu mücadelenin kesin çözüme ulaşamadığı açıkça görülmektedir.
Bunun temel nedenlerinden biri, terörle mücadele stratejisinin -büyük ölçüde- askeri tedbirler çerçevesinde belirlenmiş olması ve eğitim ve kültür alanında askeri mücadeleyi destekleyecek gerekli girişimlerin yeterince yapılmamış olmasıdır. Oysa bir sosyo-psikolojik ve ideolojik sorun olan terörü; sadece "teröre destek olan rejimlerin değiştirilmesi" gibi askeri yöntemlerle çözmeye çalışmak yanlıştır. Bu, hem arada masum insanların da hayatlarını kaybedebilecekleri bir trajedidir, hem de radikalizmi ve dolayısıyla terörizmi besleyen yeni bir etken olur. Terörün tam anlamı ile ortadan kaldırılması, ancak terörist grupların propagandalarını etkisiz hale getirecek fikri bir mücadele ile mümkündür, askeri mücadele ise bir noktaya kadar fayda sağlayabilir.
Bu nedenle, terörle mücadelenin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmesi ve olabildiğince barışçı yöntemler izlenmesi gereklidir. Hukuku ve en temel insan haklarını göz ardı eden ve sivil halkın hayatını kaybetmesine neden olan her türlü faaliyetin, haklı gerekçelerle başlayan bu mücadeleye gölge düşürdüğünün unutulmaması gerekir.
ABD yönetiminin de, terör karşısındaki stratejisini belirlerken bu gerçekleri göz önünde bulundurması önemlidir. Asıl olarak terörü doğuran ideoloji ortadan kaldırılmalıdır. 11 Eylül'ün ardında olduğu düşünülen sözde "İslami terör"ü besleyen ana kaynak, İslam'ı şiddet arayışlarına sözde bir gerekçe olarak kullanmak isteyen birtakım radikal gruplardır. Bu grupların ideolojik yapıları veya ne şekilde eğitildikleri detaylı olarak incelendiğinde, özünde Darwinist zihniyete sahip oldukları hemen görülmektedir. Dolayısıyla söz konusu grupların sözde İslam adına ortaya çıkıyor olmalarının bir manası yoktur, çünkü bu kimseler aslında Darwinist mantığa sahip olan kimselerdir. Yapılması gereken öncelikle Darwinizme karşı güçlü bir fikri mücadele yürütülmesi ve gerçek din ahlakının, Kuran'ın özünde olan sevginin, şefkatin, merhametin insanlara öğretilmesidir.
İslam ahlakının doğru anlaşılması ve İslam'ı yanlış anlayıp uygulayanların bundan men edilmesi ise, asıl olarak Müslümanlar tarafından yapılabilecek bir iştir. ABD'nin bu konuda izlemesi gereken politika, İslam dünyasının içinden gelecek bir çözümü -kitabın başından beri üzerinde durduğumuz gibi bu çözüm Türk İslam Birliği'nin kurulmasıdır- desteklemesi, bunun yolunu açmasıdır.
Amerikan yaklaşımının bu yönde şekillenmesi, hem ABD, hem İslam dünyası hem de tüm dünya açısından çok daha hayırlı olacaktır. Bunun aksini savunanlar, dünyayı bir kan gölüne doğru sürüklüyor olabileceklerini hesaba katarak bir kez daha düşünmelidirler. Dahası ABD yönetimi, birtakım artniyetli güç merkezlerinin bu konudaki yanlış telkinlerine de itibar etmeme konusunda dikkatli olmalıdır. Söz konusu güç merkezleri, İslam'ı bir din ve medeniyet olarak "düşman" sayma yanılgısına kapılmış, Batı ile İslam dünyaları arasında kanlı bir savaş yaşanmasını şiddetle arzu eden bazı ideolog ve stratejistlerdir. Bunlar, ABD yönetiminin terörle mücadele politikasını ısrarla "İslam'la mücadele" gibi göstermek ve sonuçta da o hale getirmek çabası içindedirler. Amerikan yönetiminin söz konusu "Batı-İslam savaşı" senaryolarını kesin biçimde reddeden sağduyulu açıklamaları, 11 Eylül'den bu yana olumlu sonuçlar vermiştir. Ancak bu açıklamaların uygulanan politikalara da yön verdiğinin dünya kamuoyu tarafından fark edilecek şekilde belirginleşmesi gerekmektedir.
ABD Dünya Barışının Tesis Edilmesine Nasıl Katkıda Bulunabilir?
Amerikan Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz, 11 Eylül saldırıları sonrasında geliştirilen Bush doktrininin teorisyenlerinden biridir. |
11 Eylül olayları ile birlikte Amerikan yönetimi yeni bir dış politika ve ulusal güvenlik stratejisi belirledi. Terör saldırılarından bir hafta sonra Başkan Bush'un ulusa sesleniş konuşmasında ana hatları ifade edilen ve "Bush doktrini" olarak da anılan bu strateji, pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. ABD'nin kendi ülkesini korumak için her zaman düşmandan önce davranacağı anlamına gelen -ve bu anlamda belli noktalarda meşru kabul edilebilecek- bu stratejisi, yeni bir dönemin başlangıcı demekti. Saldırıların ardından oluşan psikolojik ortamda, Amerikan Başkanı George Bush'un hamiyet duygularından istifade edilerek belirlenen bu strateji, ABD'deki bazı sertlik yanlısı çevreler tarafından farklı yönlere çekilmek istendi. Söz konusu çevreler bu yaklaşıma dayanarak ABD'nin, neredeyse tüm Ortadoğu'yu hedef alan ve yaklaşık 20 yıl sürecek bir savaşa hazırlanması gerektiğini ileri sürdüler. Bu yaklaşımın büyük bir hata olduğuna ve terörü körükleyeceğine dikkat çeken daha ılımlı çevreler ise, bu stratejinin büyük riskler içerdiğine işaret etmektedirler. Bu risklere geçmeden önce, bu doktrinde yer alan "önleyici saldırı" kavramı üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
Bugün dünyanın yegane süper gücü konumundaki ABD'nin, dünyanın farklı bölgeleri için siyasi planları ve stratejileri olması doğaldır. ABD müdahalelerinin zaman zaman olumlu sonuçlar doğurduğu örnekler de vardır. Örneğin 1990'lı yıllarda önce Bosna-Hersek'i ardından da Kosova'yı hedef alan Sırp saldırganlığının dizginlenmesinde, ABD'nin Sırplara yönelik askeri ve diplomatik müdahalelerinin büyük yararı olmuştur. Burada önemli olan, ABD'nin müdahil olduğu coğrafyalarda; farklı grupların haklarını gözeten, adil, insan haklarına saygılı ve barışçı bir politika izleyip izlemediği, kısaca uluslararası hukuka uyup uymadığıdır.
Bosna-Hersek ve Kosova'da yaşanan Sırp zulmüne, ABD öncülüğünde yapılan müdahale, Sırp saldırganlığının dizginlemesinde önemli rol oynamıştır. |
Uluslararası ilişkilerde bir ülkenin kendi güvenliğini sağlamaya yönelik aldığı tedbirler belirli ölçülerde hoşgörü ile karşılanır. Elbette her ülke, kendi bekasını ve geleceğini korumak isteyecek, bunun için çeşitli stratejiler geliştirecektir. Ancak bu koruma duygusu, hiçbir zaman diğer milletlerin veya ülkelerin haklarına haksız yere müdahale etmeyi kapsamamalıdır. Bir ülkenin hem kendi vatandaşları, hem de dünya halkları için izleyeceği en güvenli ve başarılı strateji; barışı ve huzuru korumaya yönelik olan stratejidir. Barışsever her türlü strateji, insanlığa refah ve güvenlik getirir. Barışı ve düzeni bozmaya yönelik her türlü girişim ise son derece tehlikeli ve zararlıdır.
ABD yönetimi içinde bazı çevreler tarafından savunulan, önleyici saldırı anlayışı da son derece riskli bir stratejidir. Bu stratejinin bazı savunucuları, her devletin sahip olduğu meşru savunma hakkını fazlasıyla aşan bir yaklaşım içindedirler. Bu yanlış yaklaşıma göre, "ileride güvenliğime karşı bir tehdit oluşabilir" iddiasıyla her türlü saldırıya zemin hazırlanmaktadır. Bu ise, her türlü sorunu askeri tedbirlerle çözmeye yönelmek demektir. Halbuki, yalnızca askeri tedbirler uygulanarak kesin başarıya ulaşılamayacağı açıktır. Dünya tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Geçtiğimiz yüzyıl milyonlarca insanın ölümüne ve çok büyük maddi kayıplara neden olan büyük savaşların yüzyılı oldu. Bu yüzyılda daha fazla savaş yaşanmaması için sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmeye çalışılması son derece önemlidir. |
Pek çok yanılgı içeren bu mantığa göre, uluslararası ilişkiler hukuka değil güce dayalıdır. Bu kimselerin talebi, Amerika'nın bir tür "güç" gösterisinde bulunması, düşmanlarına halen güçlü olduğunu "en etkili" şekilde göstermesidir. Sertlik yanlıları, ABD'nin ancak savaşarak askeri üstünlüğünü sürdüreceği ve her zaman için "ilk vuran" olması gerektiği yanılgısına kapılmışlardır. Elbette bu tehlikeli yaklaşım tüm Amerikan yönetimini temsil etmemektedir.
Sertlik yanlıları zaman zaman Amerikan politikasında ağırlık kazanmakla birlikte, yönetim ve danışman kadrolarında itidalli ve barışçıl bir politika izlenmesi gerektiğini savunan çok sayıda kişi de yer almaktadır.
Başta ABD olmak üzere tüm dünya ülkelerinin her zaman barış yönünde tavır alması, her koşul altında barışı savunup desteklemesi gerektiği açıktır. "Güçlü olanın haklı olduğu", "sorunların güç kullanımıyla doğru orantılı olarak çözüleceği" gibi yanılgılara sahip olan çevreler, söz konusu telkinleri ile kendi ülkelerini de ciddi bir çıkmazın içine sürüklemektedirler.
Bu çıkmazın bir boyutu, başta da belirttiğimiz gibi terörün güçlenmesi tehlikesidir. Bir diğeri ise savaşların ABD'ye getireceği yüktür. Günümüzde pek çok stratejist Amerika'nın hem ekonomik hem de siyasi olarak güç kaybetmeye başladığına dikkat çekmektedir. Askeri güç ABD için çok büyük bir avantaj olmakla birlikte, sertlik yanlısı kimselerin telkinleri doğrultusunda, sürekli savaş ve seferberlik hali yaşanmasının Amerikan ekonomisine çok büyük bir darbe vuracağı görülmektedir. Bununla birlikte, dünyanın farklı köşelerinde devamlı savaş durumunda kalan bir Amerika pek çok insanın gözünde, insan hakları, demokrasi ve hürriyet gibi evrensel değerlerin koruyucusu olmak konumundan da çıkacaktır. Sertlik taraftarlarının politikaları neticesinde, tüm toplumlar tarafından saygı duyulan bir Amerika yerine kendisinden sadece korkulan bir Amerika ortaya çıkacaktır. Bu durumda çeşitli askeri zaferler elde edilse bile, bunlar ekonomik olarak zor duruma düşecek ve dünya çapında imajı sarsılacak olan Amerikan halkı için gerçek bir başarı olmayacaktır. Aslında Amerikan yönetiminin de böyle bir duruma düşmek istemeyeceği açıktır, bu nedenle yapılması gereken sertlik yanlısı çevrelerin yanlış telkinlerine karşı dikkatli olunması ve itidalli, sağduyulu bir politika izlemekten vazgeçilmemesidir.
Savaşın çözüm olmadığı gerçeği Amerikan vatandaşları ve sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere pek çok çevre tarafından ifade edilmiştir. Bunlardan biri de yanda açıklamaları yer alan Amerikan Ulusal Kiliseler Konseyi'dir. Onlarca din adamı bu çağrıları ile dindar Amerikalıların barıştan yana olduklarını ifade etmişlerdir. İnternet üzerinden savaş karşıtı yayın yapan bir başka sivil toplum kurumu da, Barış İçin Birlik hareketiydi. Amerika'daki barış taraftarı sivil toplum kurumlarından biri de, Emekli Askerler Birliği'dir. Yukarıda söz konusu kuruluşun savaş karşıtı yürüyüşleri görülmektedir. |
Ayrıca söz konusu çevreler, savundukları bu uygulamalar ile diğer devletlere nasıl bir örnek teşkil edeceklerini de göz önünde bulundurmalıdırlar. Diğer ülkelerin de kendilerini koruma güdüsüyle harekete geçmelerinin ve uluslararası hukuka ve teamüllere kendilerini bağlı görmemelerinin nelere mal olacağını hesaba katmalıdırlar. Rusya, Çin, Hindistan -ve elbette İsrail- gibi nükleer silahlara sahip ülkelerin de benzer bir "önleyici saldırı" stratejisini uygulamaya geçirmeleri durumunda, dünyanın nasıl büyük bir karmaşa ve çatışma içine düşeceği aşikardır. Böyle bir olasılığın gündeme gelmesi bile büyük bir tehlikedir.
Elbette tüm ülkeler gibi ulusal menfaatlerini korumak ve kendisini potansiyel tehlikelere karşı savunmak ABD'nin de hakkıdır ve uluslararası toplum, özellikle de 11 Eylül olaylarından sonra, ABD'nin bu hakkına büyük saygı göstermektedir. Bu hakkın hem ABD hem de dünya ülkelerinin faydasına olacak şekilde kullanılması ise, atılacak adımların uluslararası hukuk çerçevesinde belirlenmesiyle sağlanabilir. Söz konusu stratejinin keyfi uygulamalara neden olmasını engelleyecek en önemli öge, uluslararası hukuk ve bu hukuk çerçevesinde uluslararası toplumun mutabakatının sağlanması olacaktır. Aksinde ise stratejinin uygulayıcılarının, hem kendi ülkelerini büyük bir krizin içine itmeleri hem de dünya barışını tehdit edici unsurlara dönüşmeleri kaçınılmazdır.
Tüm bu nedenleri göz önünde bulundurarak Amerikan yönetiminin bu stratejisini bir kez daha gözden geçirmesi şarttır. Dünya barışını korumak ve istikrar sağlamak isteyen bir Amerika'nın bunun için başvuracağı yol sertlik ve şiddet değil, itidal, sağduyu ve adalet olmalıdır.
Terörle mücadelede, ABD'nin izlemesi gereken öncelikli yol, kültürel çalışmaların desteklenmesidir. Sorunların şiddete başvurarak çözülmesi gerektiğini savunan, insanlar arası ilişkileri menfaatten ibaret gören, saldırganlığı meşrulaştıran her türlü ideolojinin fikri olarak çökertilmesi, teröre zemin hazırlayan ortamın ortadan kaldırılması demektir. İnsanlara bu ve benzeri kötülükleri aşılayan ve din ahlakına karşı olan ideolojilerin yerine, vicdanlı olmayı, hoşgörülü davranmayı, sevgiyi ve merhameti emreden gerçek din ahlakının yaygınlaşması başta terör olmak üzere pek çok toplumsal sorunun kalıcı çözümü olacaktır.
Bu yönde yapılacak kültürel çalışmalarda, ABD yönetimi sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapabilir. Son dönemlerde bu konuda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının sayısında artış olmuştur ve bu sevindirici bir gelişmedir. Ancak sorunun tam anlamıyla çözüme kavuşması için, hem yapılan faaliyetlerin etki alanı genişletilmeli, hem de bu faaliyetler devlet yönetimi tarafından destek görmelidir.
Tüm bunların yanı sıra Amerikan yönetimi, Hıristiyanlığın temel değerlerinin de savaşa ve düşmanlığa karşı olduğunu unutmamalıdır. Allah insanlara yeryüzünde kargaşa çıkarmamalarını, huzuru ve güvenliği bozmamalarını emretmiştir. İnançlarına değer veren bir Amerika'nın dünyaya korku ve tedirginlik değil, huzur ve güven vermesi, barışçıl yaklaşımı ile tüm insanlığa örnek olması gerekir. İnançlı Hıristiyanlar olduklarını sık sık vurgulayan Bush yönetimi üyeleri, İncil'e göre Hz. İsa (as)'ın kendilerine, "Ne mutlu barış yapanlara" (Matta Bap 5, 9) sözleri ile yeryüzünde barış elçileri olmalarını emrettiğini unutmamalıdırlar.
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112) Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148) |
Bu doğrultuda Amerikalı din adamları da, Amerikan yönetimine olumlu çağrılarda bulunmaktadır. Amerikan Ulusal Kiliseler Konseyi tarafından (50'ye yakın imza ile), Başkan Bush'a hitaben yazılan bir mektup bu çağrının örneklerinden biridir. Henüz Irak Savaşı'nın başlamadığı günlerde kaleme alınmış olan mektup, önemli hatırlatmalar içermektedir:
... Bu mektubu, Allah tarafından bizlere verilmiş olan nimetlerin, milletimizin yapacağı eylemler nedeniyle zarar görebileceği endişesiyle yazıyoruz. Amerikan kiliseleri ve kiliselere bağlı örgütlerin liderleri olarak, tarafınızdan ve yönetimde yer alan bazı kimseler tarafından, Irak'a karşı yapılması düşünülen "önleyici askeri saldırı" ile ilgili açıklamalarınız bizleri alarma geçirdi. Saddam Hüseyin'in komşularına ve kendi halkına ve hatta Amerika'nın çıkarlarına karşı bir tehdit olduğunu kabul etmekle beraber, böyle bir askeri harekatın tamamen yanlış olduğunu düşünüyoruz. Ahlaki değerlere dayanarak, Amerika'nın Irak'a saldırıda bulunmasına karşıyız... Saddam Hüseyin hükümetine karşı yapılacak askeri bir harekat ve sonrasında gelişecek olaylar, çok fazla sayıda sivilin hayatını kaybetmesine veya yaralanmasına neden olacak, pek çok masum insan acı çekecektir... Milyonlarca vatandaşımızı temsil eden Hıristiyan liderler olarak, hükümetimizin bizim için önemli olan ahlaka ve değerlere uygun hareket etmesini; savaşı değil barışı savunmasını, uluslararası toplum ile birlikte hareket etmesini, uluslararası kanun ve sözleşmelere saygı göstermesini ve insan hayatına değer vermesini talep ediyoruz.
TERÖRÜN KÖKENİ DARWİNİZM'DİR Darwinizm'in çatışmayı, barbarlığı, savaşı teşviki, yukarıda yüzeysel olarak değindiğimizden çok daha ciddi boyutlardadır. Darwinist felsefenin insanlara kan, acı ve gözyaşından başka bir şey getirmediği ise ortadadır. Darwinist mantıklarla eğitilen insanların, birbirlerine adeta hayvan muamelesi yapmayı, hatta birbirlerini öldürmeyi son derece olağan karşılayan zalimane fikirlerle beyinleri yıkanmıştır. 20. yüzyılda insanlığı felaketlere sürükleyen çeşitli şiddet yanlısı ideolojiler, Darwinizm'e dayanarak "kendinden olmayanla çatışmayı veya savaşmayı" desteklemişler, hatta en önemli yöntemleri olarak benimsemişlerdir. Darwinizm'in insanların bilinçaltına aşıladığı "insan, çatışan hayvandır" yalanının son derece etkili olduğunu günümüzdeki ürkütücü terör olaylarında da görmek mümkündür. Bu kişileri terörün ve şiddetin sözde doğru olduğuna inandıran şey, "bu dünyada güçlüler ayakta kalır", "büyük balık küçük balığı yutar", "savaşmak erdemdir", "insan savaşarak yücelir" gibi temeli Darwinizm'e dayanan tehlikeli sloganlardır. Aslında Darwinizm kaldırıldığında, geriye "çatışmacı" bir felsefe de kalmamaktadır. Yeryüzündeki insanların büyük bölümünün inandığı üç ilahi din de (Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam) çatışmacılığa karşıdır. Detaylarını ileriki bölümlerde göreceğimiz gibi, her üç din de, yeryüzünde barış ve huzur sağlanmasını amaçlamakta, masum insanların öldürülmesine, zulüm ve işkence görmesine karşı çıkmaktadır. Çatışmayı ve şiddeti, Allah'ın insanlar için belirlemiş olduğu ahlaka aykırı olan, anormal ve istenmeyen kavramlar olarak kabul etmektedir. Oysa Darwinizm, çatışmayı ve şiddeti, mutlaka var olması gereken, doğal, doğru ve meşru kavramlar olarak görmekte ve göstermektedir. Dolayısıyla dünyamızı saran terör belasının kökeni, herhangi bir ilahi dinde değil, dinsizlikte, dinsizliğin çağımızdaki tanımları olan "Darwinizm" ve "materyalizm"de gizlidir. Günümüzde dünyanın hemen her ülkesinde, Darwinizm'in tüm okullarda bilimsel bir gerçekmiş gibi okutulduğu düşünülürse, yeni terörist gençlerin yetişmesi de kaçınılmaz olacaktır. Bu bakımdan, sözde rastlantılar sonucunda oluşmuş, ataları hayvanlar olan, Allah'a karşı sorumlu olmayan, başıboş varlıklar oldukları ve ancak savaş ve çatışma ile üstün gelerek hayatta kalabilecekleri öğretilen gençlerin, bu telkinlerden uzak tutulmaları son derece elzemdir. Çünkü böylesine sapkın fikirlerle yetişen gençler, çok kolaylıkla masum küçük çocukları katledecek, her türlü vicdana ve akla aykırı eylemi yapabilecek kadar zalimleşebileceklerdir. Nitekim son bir yüzyıldır dünyayı kasıp kavuran komünist, faşist, ırkçı terör grupları, bu eğitim sisteminin ürünleridir. Sonuç olarak çözüm, terörün asıl kaynağı olan Darwinizm'e karşı güçlü bir kültürel mücadele vermek ve gençlere Allah korkusunu, akılcı ve vicdanlı davranmayı öğretmektir. Bunun sonucu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi huzurlu, güvenli, affedici, hoşgörülü insanların oluşturduğu toplumlar oluşacaktır. |
Savaşların Neden Olduğu Yıkımlar
Savaş, savaşın tüm taraflarına her zaman acı ve gözyaşı getiren, büyük kayıplar verdirten çok büyük bir zulümdür. Din ahlakı insanların anlaşmazlıklarını barışçıl yollarla ortadan kaldırmalarını, uzlaşmacı bir tavır göstermelerini gerektirir. Din ahlakını yaşayan bir insan kin, intikam, öfke gibi kötü özelliklerden sakınır, affedici ve hoşgörülü bir tutum sergiler. İnsanların din ahlakından uzaklaşmaları ise hem toplum içinde, hem de toplumlar arasında çatışmanın teşvik edildiği bir ortam meydana getirir. Yakın tarihte yaşanan iki büyük dünya savaşı da din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin insanları sürüklediği büyük belalardır.
10 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı, Avrupa'dan Ortadoğu'ya çok geniş bir cephede büyük yıkımlar meydana getirdi. I. Dünya Savaşı gibi hiçbir haklı ve meşru nedene dayanmayan II. Dünya Savaşı da çok kanlı bitti; 55 milyon insan bu acımasız savaş nedeniyle hayatını kaybetti. Üstelik bu savaşı yaşayanlar tarihte eşine az rastlanır vahşetlere şahit olmuş, toplama kamplarında milyonlarca masum insanın yok edilişine tanıklık etmişlerdi.
I. ve II. Dünya Savaşları çok büyük yıkımlara neden oldu. On milyonlarca insanın hayatını kaybettiği savaşların sonrasında, yaraların sarılması çok uzun süre aldı. Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. (Araf Suresi, 56) |
Yaşanılan iki büyük dünya savaşı ve bu savaşların sebep olduğu yıkımlar, ne yazık ki, insanların savaşın ne kadar büyük bir felaket olduğunu öğrenmeleri için yeterli olmadı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra da dünyanın çeşitli bölgelerinde çatışmalar ve savaşlar yaşandı. Katliamlar devam etti. Az sayıda insanın siyasi ihtirasları ve çıkar arayışları nedeniyle milyonlarca insan öldü, on binlerce insan sakat kaldı, şehirler yakılıp yıkıldı, ülkeler harap oldu. Savaşlar yalnızca insanlara fiziksel olarak zarar vermekle kalmadı, savaşa tanıklık eden kişilerde ciddi piskolojik sorunların yaşanmasına, bir neslin ruh sağlığının tamamen alt üst olmasına neden oldu. Bomba sözcüğünü duyduğunda, bir üniforma gördüğünde dahi dehşete kapılan, titreme ve korku nöbeti geçirenler, savaşlarda yaşadıkları vahşet dolu anlar nedeniyle yıllarca şizofren bir ruh halinde kalanlar, topluma uyum sağlamakta büyük zorluk çekenler hep savaşların eseriydi.
Günümüzde de karşılaşılan sorunları savaşarak çözümleyeceğini sananlar, yalnızca askeri tedbirlerden medet umanlar, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yeni savaşlar planlayanlar tüm bu insani trajediyi bir kez daha hatırlamalı ve bu tehlikeli planlarından vazgeçmelidirler.
Öte yandan Irak Savaşı'nın maliyeti üzerine yapılan çalışmalar da, olayın ayrı bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Bu araştırmalar çok çarpıcı bilgiler ortaya koymakta, tüm Ortadoğu'yu içine alabilecek bir savaşın bütün dünyayı sarsabilecek neticeleri olduğunu göstermektedir.
Irak Savaşı'nın Maliyeti ve Düşündürdükleri
Irak Savaşı'nın maliyeti savaş öncesinde ve sonrasında çok tartışıldı. Yukarıda, ünlü strateji kurumlarından Brookings Institute'un internet sitesinde yer alan, "Savaşın Ekonomik Maliyeti" başlıklı yazı görülmektedir. Sağda ise The New York Times'da konuyla ilgili yayınlanan "Hedef Bağdat, Ama Ne Pahasına?" başlıklı yazı yer almaktadır. |
Irak Savaşı'nın öncesinde ve sonrasında savaşın maliyeti ile ilgili özellikle ABD'de çeşitli istatistiksel çalışmalar yapılmıştır. Farklı kurumlar ve kişiler tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar, savaşın Amerika'ya maliyetini farklı açılardan değerlendirmişlerdir. Bu çalışmalar, savaşın doğrudan etkileri dışında dolaylı etkilerinin de önemli olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi başkanı Senatör Joseph Biden tarafından yapılan çalışma, maliyetin 100 milyar dolar civarında olacağını öngörmektedir. Senatör Biden, bu rakamın haricinde Irak'ın yeniden inşası için de 50 milyar dolar gerekeceğini ifade etmekte ve toplam maliyeti yaklaşık 150 milyar dolar olarak belirlemektedir.
Şu anda savaş ABD'nin galibiyeti ile sona ermiş görünmektedir ve belki de maliyet hesaplanan limitler içerisinde gerçekleşmiştir. Ancak bu, savaş sırasında yaşanan trajedilerin unutulmasını sağlamayacağı gibi, bu miktarın Amerikan halkının refahı için kullanılmak yerine savaş için kullanılmış olmasını da haklı göstermeyecektir.
Sertlik yanlısı çevreler tarafından büyük bir maliyet olarak değerlendirilmeyen 100 milyar dolar, ABD'nin 0-12 yaş grubunun eğitim giderleri için ayırdığı bütçenin üç, uluslararası ilişkiler bütçesinin ise dört katıdır. Bu miktar ile Amerika'da sigortası olmayan tüm çocukların beş yıl boyunca bütün sağlık giderlerinin karşılanması da mümkündür.
Amerikan halkının yaşam standartının daha da iyileştirilmesi için kullanılabilecek bu paranın, binlerce insanın ölümüne neden olan bir savaşa harcanması elbette ibret vericidir.
Ayrıca, tekrar hatırlatmak gerekir ki bu, en iyi koşullar düşünülerek yapılmış bir hesaplamadır. Pek çok emekli askeri yetkili ve savunma stratejisti -savaş sonrasında yaşanacak potansiyel riskleri de göz önünde bulundurarak- maliyetin şu anki haliyle kalmayacağını da ifade etmektedirler.
Türk İslam Birliği, dünya barışının tesis edilmesinde önemli bir adım olacaktır. Karşılaşılan çeşitli sorunlar bu birlik aracılığıyla, çok kısa bir süre içerisinde barışçıl yollarla giderilebilecek, tüm anlaşmazlıklar neticeye kavuşturulacaktır. |
Nitekim Amerikan tarihinde yaşanan çeşitli savaşlar, savaşların planlanandan çok daha maliyetli olduğunu göstermektedir. Örneğin Lincoln'ün Hazine Bakanı, yapılacak savaşın Kuzey'e 240 milyon dolara mal olacağını planlamış, ancak savaşın bütçeye yükü planlanandan 13 kat daha fazla, yani 3 milyar 200 milyon dolar olmuştur. Benzer bir şekilde, Vietnam Savaşı için 1966 yılı bütçesinde 10 milyar dolar ayrılmış ve savaşın 1967 yazında sona ereceği tahmin edilmiş, ne var ki savaş 1973'e kadar sürmüş ve savaşın bütçeye doğrudan etkisi 110-150 milyar dolar olmuştur. Kısa sürede neticeleneceğinden emin olunan Vietnam Savaşı, 47 binden fazla Amerikan askerinin cephede, 11 bin askerin diğer nedenlerle ölmesine, 303 bin askerin de yaralanmasına neden olmuştur. 1 milyondan fazla sivilin hayatını kaybettiği bu savaşta, 225 bin Vietnamlı asker ölmüş, 570 bin asker de yaralanmıştır.
Bu örnekler, savaşın gidişatında beklenmeyen değişiklikler olduğu zaman maliyetin katlanarak büyüdüğünü göstermektedir. Yaşanacak her savaşta iki taraf için de hem insani hem de mali kayıpların daha da büyüyebileceği göz önünde bulundurularak, Irak'taki savaşın benzerlerinin bir daha asla yaşanmaması hedeflenmelidir. Unutmamak gerekir ki, Amerikan yönetiminin Ortadoğu'da sağlamak istediği barışçı, ılımlı, demokratik ortamın savaş yolu ile kurulması mümkün değildir. Askeri bir başarı sağlansa bile, bu yolla, bölgede kalıcı huzur ve güvenliğin sağlanması oldukça zor olacaktır. Cephe savaşını kazanmak, bir bölgeyi toplumsal ve siyasi olarak hakimiyet altına almak için yeterli olmayabilir.
Ortadoğu hassas dengeler üzerine kurulu bir bölgedir. Tarihi tecrübeler göstermektedir ki, yabancı güçlerin, bu hassas dengeleri en adil ve hakkaniyetli şekilde koruyabilmeleri, bölgedeki tüm halkların razı olacağı bir düzen kurmaları pek kolay değildir. Bunu ancak, bölge halkları ile ortak kültür ve medeniyete sahip bir güç gerçekleştirebilir. Bu da, tüm Müslüman ülkeleri birleştiren ve İslam aleminin iradesini yansıtan merkezi bir otorite olmalıdır. Bu otorite, yalnızca Ortadoğu konusunda değil, Batı ile İslam dünyası arasındaki tüm sorunlara çözüm getirebilecek olan Türk İslam Birliği'dir. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin izlemesi gereken strateji de, tüm Müslüman ülkeleri, barışsever, hoşgörülü ve yapıcı bir anlayışta birleştirecek olan Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasına destek vermek ve bu birlikle ittifak halinde hareket etmek olmalıdır. Böylece ABD, Batı'da Fas'a ve Moritanya'ya; Doğu'da ise Endonezya'ya kadar uzanan dev bir coğrafyada, kendisiyle diyalog ve iş birliği kurabileceği güvenilir bir siyasi birlik bulacaktır.
Yukarıdaki tablolarda katıldığı büyük savaşların ABD'ye ne kadar can ve mal kaybına neden olduğu görülmektedir. |
Pek çok Amerikalı stratejist ve düşünür tarafından da işaret edilen bu gerçek, ünlü ekonomist ve Yale Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. William Nordhaus tarafından hazırlanan "The Economic Consequences of a War With Iraq" (Irak'la Savaşın Ekonomik Neticeleri) başlıklı raporun "Sonuç ve Öneriler" bölümünde, şöyle ifade edilmektedir: