Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. (Al-i İmran Suresi.103)
TÜRK İSLAM BİRLİĞİ MÜJDESİ

            Bu kitap, 2003 yılının yaz aylarında yazıldı. Eğer bundan 20, 30, 40 veya 50 yıl öncesinde olsaydık, o zaman bir "Türk İslam Birliği"nden söz etmek çok daha zor olurdu. Çünkü ne dünyanın ne de İslam dünyasının durumu, böyle bir birliğin oluşması için gerekli şartları taşımıyordu. Aksine, böyle bir birliğin kurulmasına engel olabilecek pek çok şart vardı. Ancak dünya, 1980'lerden itibaren bir dizi değişim geçirdi ve bunlar bir Türk İslam Birliği'nden söz etmeyi ve bunun kurulması için çalışmayı mümkün kıldı.
Türk İslam Birliği'nin yolunu açan bu büyük değişimleri sırasıyla inceleyelim.

Müslümanların Özgürleşmesi


    
          Yeryüzündeki son Türk İslam Birliği, büyük, şanlı Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Onun yıkılmasından itibaren, İslam dünyası irili ufaklı devletlere bölündü, bu devletlerin çoğu uzun süre Batılı devletlerin sömürgesi oldular. 1920'lerden itibaren tüm Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hint Yarımadası ve Pasifik Müslümanları, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, Avrupalı sömürgeci devletlerin egemenliği altına girdiler. Orta Asya ve Kafkasya'daki Müslümanlar, çok daha katı bir idarenin, Sovyet Rus diktasının altındaydılar. Balkan Müslümanları, Sırplar ve Hırvatlar gibi gayrimüslim halkların yönetimi altına girdiler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu yönetimler bir de komünist bir ideoloji benimseyerek İslam karşıtı bir yapıya büründüler.

              Kısacası 20. yüzyılın önemli bir bölümünde dünya Müslümanlarının büyük bir bölümü sömürgeydi. 1950'lerde ve 60'larda sömürgeciliğin bitmesiyle Müslümanlar da özgürleşmeye başladılar. İngiltere önce Hint Yarımadasını ardından da Ortadoğu'yu terk etti. Hint Yarımadasında Pakistan ve sonradan Bangladeş adını alacak Doğu Pakistan kuruldu. Ortadoğu'daki Mısır, Ürdün, Irak gibi Müslüman devletler bağımsızlıklarını kazandılar. Kuzey Afrika, uzun ve acı bir süreçten sonra Fransız emperyalizminden kurtuldu. Afrika'daki diğer Müslüman ülkeler de, 1960'lı yıllarda birbiri ardına bağımsızlıklarını kazandılar. Doğu'da Malezya ve Endonezya aynı yılda, 1965'te bağımsızlıklarını ilan ettiler.

                1980'lerin sonunda Komünist Blok'un ve 1991'de SSCB'nin çökmesiyle, bu yönetimlerin idaresi altındaki Müslümanlar da özgürlük kazandılar. Orta Asya'daki Müslüman Türki devletler 1.5 yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Rus egemenliğinden kurtularak bağımsız birer cumhuriyet oldular. Komünizmin çökmesi, Balkan Müslümanlarına da özgürlük getirdi. Bosna-Hersek, Sırp egemenliğindeki Yugoslavya'dan kurtuldu ve Avrupa'nın ortasında bir Müslüman devlet olarak sahneye çıktı. Arnavutluk, eli kanlı, koyu ateist diktatör Enver Hoca'nın kurduğu zalim komünist rejimden kurtuldu.

            Bugün çeşitli ülkelerdeki azınlıklar ve Filistin, Keşmir gibi işgal altındaki bir kaç Müslüman ülke hariç, dünya Müslümanları kendi siyasi egemenliklerine sahiptirler. Bu büyük siyasi değişim, 20. yüzyıl boyunca mümkün olmayan bir "Türk İslam Birliği"nden söz etmeyi, 21. yüzyılda mümkün kılmaktadır.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya siyasetinde yaşanan gelişmelerle, Arnavutluk'tan Malezya'ya kadar uzanan coğrafyadaki Müslüman ülkelerde önemli değişiklikler yaşandı. 1950'li ve 60'lı yıllarda pek çok Müslüman ülke bağımsızlığına kavuştu. 1990'larda ise komünizmin yıkılmasıyla, Müslüman toplumlar daha özgür ve rahat bir yaşama kavuştular.
Din Dışı İdeolojilerin Etkisinin Azalması

             İslam ülkeleri üstte belirttiğimiz gibi 1950'lerden itibaren bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar, ama bağımsızlık her zaman "bilinç" anlamına gelmiyordu. Aksine, bağımsızlıklarını kazanan İslam ülkelerinin bazılarında, İslam ahlakının özündeki değerlerle ters düşen ideolojik akımlar güç kazandı.

          1950'lerde ve 60'larda Arap dünyasını derinden etkileyen "Arap Sosyalizmi" bunun bir örneğiydi. İslam ahlakında hiçbir şekilde yeri olmayan koyu bir Arap milliyetçiliğine ve yine İslam'da yeri olmayan radikal Marksist söylem ve metodlara dayanan Arap milliyetçiliği, bir anda güç kazandı, ancak hızla geriledi. Arap dünyasına ise sadece zaman kaybı ve gerilim getirdi.

           Bunun dışında Müslüman ülkeler farklı kutuplara dağılmışlardır. O dönemde dünya ABD ve SSCB'nin başını çektiği iki kutba ayrılmıştı ve Müslüman ülkeler, ortak hareket etmek bir yana, bu iki kutba neredeyse eşit olarak dağılmış durumdaydılar. Arap ülkelerinin çoğu Sovyetler Birliği'ne yakın duruyordu. Müslüman Mısır, Müslüman Pakistan'la savaş halindeki Hindistan'la ortak hareket ederek "Bağlantısızlar" hareketine öncülük etmekte sakınca görmüyordu.
İslam dünyasının, siyasi, stratejik ve kültürel anlamda gerçekten "İslam Dünyası" olarak teşhis edilmesi ve ortaya çıkması, ancak Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra mümkün oldu. Soğuk Savaş varken, "İslam dünyası"ndan söz etmek pek mümkün değildi. Soğuk Savaş'ın ardından ise, "İslam dünyası", önemli bir rol kazandı.

           Soğuk Savaş devrinin kalıntılarının İslam dünyasından temizlenmesi süreci ise hala devam ediyor. Bununla birlikte yaşanan gelişmeler, Ortadoğu'da daha hoşgörülü ve demokratik bir iklimin oluşacağını müjdeliyor ve bu da İslam ahlakının anlaşılması, anlatılması ve yaşanması için kuşkusuz çok daha elverişli bir ortam hazırlıyor. Öte yandan Müslümanlar arasındaki geleneksel bazı ayrımların da, Ortadoğu'da son yaşanan siyasi gelişmelerle, yumuşaması dikkat çekici. ABD'nin Irak işgali sırasında Irak'taki Sünnilerin ve Şiilerin, tarihte ilk kez aynı camilerde namaz kılmaları ve ortak hutbeler vermeleri gibi...

Uluslararası İlişkilerde Medeniyet Kavramının Önem Kazanması

            Soğuk Savaş'ın bitmesi, Müslümanları iki ayrı siyasi kampa ayıran zorunlu bölünmeyi ortadan kaldırdı. Bununla birlikte, siyasi ideolojiler yerine medeniyetlerin ön plana çıkmasını sağladı. Samuel Huntington'ın belirttiği gibi, artık insanlar "kimin tarafındasınız" sorusuyla değil, "kimsiniz" sorusuyla tanımlanır hale geldi. Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Uzakdoğu'dan Kuzey Afrika'ya kadar, kendilerini daha önce "sosyalist", "Yugoslav", "Sovyet", "anti-komünist" veya "ulusçu" olarak tanımlayan pek çok insanın bu özellikleri değil, hangi medeniyeti temsil ettikleri önemli hale geldi.

            Samuel Huntington'ın bu gerçeği ifade eden "medeniyetler çatışması" tezi, bu yönüyle önemli bir tezdir. Huntington, 21. yüzyılda dünyanın ulus-devletler veya siyasi bloklardan çok, medeniyetler tarafından şekillendirileceğini, baskın kimliğin medeniyet kimliği olacağını belirtirken doğru bir teşhiste bulunmuştur. Söz konusu medeniyetin din temelli olacağı teşhisi de doğrudur. Huntington'ın yanılgısı, medeniyetler arasındaki ilişkiyi çatışma temelli olarak görmesidir. Oysa, bu kitapta da incelediğimiz gibi, medeniyetler arasındaki ilişkinin çatışma değil dostluk ve iş birliği temelli olması mümkündür; bunun için Huntington'ı ve onun gibi düşünenleri yanlış yönlendiren çatışmacı, Sosyal Darwinist dünya görüşünden vazgeçilmesi gerekmektedir.

            Dünyanın medeniyetler temelinde tanımlanmasının tek nedeninin Soğuk Savaş'ın bitimi olmadığına da dikkat etmek gerekir. Bir diğer önemli neden, tüm dünyada ateizmin çöküşü ve din ahlakının yükselişidir. Bu, son iki yüzyıldır tüm dünyada kültürel bir hegemonya kurmuş olan materyalist felsefenin yeni bilimsel ve toplumsal gelişmelerle çökmeye başlamasıyla yakından ilgilidir. Özellikle bilimsel gelişmeler, materyalizmin dayanaklarını yıkmakta ve böylece insanların Allah'ın varlığının kanıtlarını daha açık biçimde görebilmelerini sağlamaktadır. Allah'a inancın giderek güçlendiği, insanların yeniden din ahlakına yöneldiği bir çağda, kuşkusuz İslam'a olan iman da yükselmektedir.

İslam'ın Dünya Gündeminin En Önemli Konusu Haline Gelmesi


Yeni Şafak Gazetesi, 2.10.2002 (sol üst)
Yeniçağ Gazetesi, 2.2.2002 (sağ üst)
Sabah Gazetesi, 10.2.2003 (sol alt)
Milli Gazete, 12.1.2001 (sağ alt)

İslam, dünyanın en hızlı yükselen dinidir. Batı'da pek çok insan İslam ahlakını yakından tanımak için çaba harcamakta, İslamiyet'e duydukları hayranlığı ve ilgiyi açıkça ifade etmektedirler.

            Tüm dünyada din ahlakının yükselmesi kadar dikkat çekici bir olgu daha vardır: Tüm dinler içinde en çok yükselen din İslam'dır. Bugün İslam dünyanın en hızlı büyüyen dinidir ve bu gerçek herkes tarafından kabul edilmektedir. Dahası, İslam dünya gündeminin en önemli konusu durumundadır.

             Bundan 30-40 yıl önce ise durum çok daha farklıydı. Dünya, Soğuk Savaş'ın dar ideolojik kalıpları içinde düşünüyordu. Dahası, materyalist dünya görüşlerinin etkisiyle din ahlakının insanların ve toplumların hayatında belirleyici olmayacağı yanılgısı hakimdi. Oysa 1980'lerin başından itibaren İslam bir anda dünya gündeminin zirvesine çıktı ve İslam ahlakının insanları ve toplumları harekete geçirebilecek büyük bir güç olduğu Batılılar tarafından da fark edildi.

             1990'larda Batı dünyasının İslam'a olan ilgisi daha da arttı. Medyada İslam hakkında yapılan haberlerin sayısındaki artış, bunun göstergelerinden biriydi. İslam'a yönelik en büyük ilgi ise -gerçekte İslam ahlakına tamamen aykırı olan- 11 Eylül saldırılarından sonra başladı. Batılılar, en başta da Amerikalılar, İslam ahlakını yakından tanımak, Müslümanları anlamak için büyük bir çaba içine girdiler. Bugün Batı medyasının ve Batılı akademik çalışmaların çok kayda değer bir bölümü İslamiyet'le ilgilidir. Bunların bir kısmı ön yargılı yorumlar içerseler de, sonuçta dünyanın dikkatini İslam'a çekmekte ve daha çok insanın İslam ahlakına yönelmesine aracı olmaktadırlar. 

Müslümanlar Arasındaki Global İletişim ve Dayanışmanın Artması

           Türk İslam Birliği'nin yolunu açan çok önemli bir diğer gelişme ise, 1980'lerden itibaren giderek yükselen, 1990'larda -başta internet olmak üzere- iletişim teknolojisinin gelişmesiyle büyük bir ivme kazanan globalizasyon sürecidir. Bazı Müslümanlar, Batı kültürünün taşıyıcısı olarak gördükleri globalizasyonu olumsuz bir biçimde değerlendirmektedir. Oysa gerçekte tüm dünyanın birbiri ile yoğun bir kültürel alışveriş içine girmesi ve dünyanın tüm kültürlerinin ortak bir dille iletişim kurmasını sağlayan globalizasyon, dünya Müslümanlarının bilgiye olan ulaşımlarını kolaylaştırarak birbirleri ile olan temas ve iş birliklerini daha önce görülmemiş biçimde büyütmüştür. Böylece, Müslüman halkların bilinçlenmesinde çok büyük bir vesile olmuştur.

           Sadece interneti ele almak bile, Müslümanlar arasındaki iletişimin ne kadar geliştiğini göstermektedir. İnternet teknolojisi, hem tüm insanlar için hem de Müslümanlar için önemli bir nimet olmuştur. İnternet sayesinde yapılan ortak çalışmaların sayısı artmış, bununla birlikte bilgiye ulaşma imkanları da çok genişlemiştir. Böylece İslam dünyası da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında okuyan, düşünen, fikirler üreten ve çözümler geliştiren nesiller yetişmektedir. Malezyalı bir sosyal bilimci olan ve çalışmalarını Almanya'daki Freie Universität of Berlin'de sürdüren Farish A. Noor, globalleşmenin İslam dünyasındaki etkilerini ele alan bir çalışmasında şu tespitlerde bulunur:
Gelişen iletişim teknolojisi ve bilginin ve enformasyonun serbest akışı sayesinde, Müslümanlar artık İslami ilimlerin doğrudan özüne ulaşmada özgürdürler; İslami düşüncenin temel kitapları ve anlatımları artık uzak kütüphanelerdeki az sayıdaki kitapla sınırlı değildir...
Bunun sonuçlarından biri... İslami yönden bilinçli ve eğitimli yeni kitlelerin gelişmesidir. İslami metinlere ve bilgiye ulaşım aynı zamanda, Müslüman kadınların ve (akademik sıfatı olmayan) normal Müslümanların İslam hakkında daha fazla öğrenmelerini, fikir yürütmelerini ve yorum yapmalarını sağlamaktadır. Bu, global İslami ağların kurulması sayesinde, Müslüman dünyanın dört bir yanında yaşanmaktadır.

Noor'un ifadesiyle artık "zamanın ve mekanın sınır oluşturmadığı bir İslam dünyası" vardır.
            Sadece internet değil, medya da dünya Müslümanlarını birleştirmektedir. Herhangi bir İslam ülkesindeki bir konu, bir anda tüm İslam ülkelerinde izlenmekte, oralarda da yankı uyandırmakta, oralardaki Müslümanların da meselesi olmaktadır. Tüm bu imkanlar, Müslüman dünyasının çok daha aydınlık bir geleceğe kavuşabileceğini göstermektedir.

Batılıların Osmanlı Arayışları

            Kitabın başından bu yana vurguladığımız gibi, kurulması için çağrıda bulunduğumuz Türk İslam Birliği, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için pek çok yarar sağlayacak, adil, demokratik ve çağdaş bir yapılanma olacaktır. Türk İslam Birliği'nin kurulması durumunda, başta Batı olmak üzere diğer medeniyetler, dostane ve barışçıl ilişkiler kurabilecekleri, istikrarlı ve güvenilir bir otorite ile muhatap olacaklardır. Sözde Müslümanlar adına ortaya çıkan bazı radikal akımların engellenmesi ve tedavi edilmesi işi, Türk İslam Birliği'nin işi olacak; Batı'nın bu konudaki endişeleri tamamen ortadan kalkacaktır.

            Türk İslam Birliği'nin yaklaşmakta olduğunu gösteren önemli alametlerden biri de, bu sözünü ettiğimiz "İslam Birliği ihtiyacı"nın, Batılılar tarafından da fark edilmeye başlanmış olmasıdır. Özellikle eski Osmanlı coğrafyası üzerinde bir asırdır devam eden otorite boşluğu teşhis edilmekte ve çözümün de ancak Osmanlı modelinin bir şekilde yeniden hayata döndürülmesiyle mümkün olacağı fikri yankı bulmaktadır.

            Bu konuda Batı medyasında yer alan yorumlardan biri, 9 Mart 2003 tarihli New York Times gazetesinde yayınlanan David Fromkin imzalı "A World Still Haunted by Ottoman Ghosts" (Hala Osmanlı Hayaletleri İle Dolu Bir Dünya) başlıklı makaledir. Makalesine "Bir hayalet ABD'yi rahat bırakmıyor, bu Osmanlı İmparatorluğu'nun hayaleti" diye başlayan Fromkin, şunları yazıyordu:
Bugün, Bush yönetimindeki daha ihtiraslı isimler, sadece Irak'ı işgal etmeyi hedeflemiyor, bunu Arap Ortadoğusu'nu dönüştürmekte bir temel olarak kullanmak da istiyor.
Daha önce Batılı ülkeler (İngiltere ve Fransa) bir kez daha Osmanlı topraklarını yeniden şekillendirme işine koyulmuşlardı. Bu ülkeler, Birinci Dünya Savaşı'ndan zaferle çıktıktan sonra Ortadoğu'nun haritasını yeniden çizdiler. Irak, oluşturulan yapay devletlerden birisiydi.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nu yenerek Arap topraklarının kontrolünü ele geçirdi. Ve bununla birlikte önemli bir şeyi ele geçirdi: Bu topraklarda büyük petrol kaynağı bulunması ihtimali.
Avrupalılar ve onların Amerikalı iş ortakları buralarda dostane ve istikrarlı rejimler kurmayı umdu. 1920'lerin başlarında sınırları yeniden çizdikten sonra İngiltere ve Fransa, bir devlet sistemi başlattı ve siyasi rehberlik sağlamaya da çalıştı. Ancak sistem tahammül edemedi. Aksine, bölge daha çalkantılı ve huzursuz oldu.
Geriye bakıldığında, Baskan Bush'un bazı bölümlerini değiştirmek istediği Ortadoğu'nun çoğu karakteristiğinin, beş yüzyıllık Osmanlı idaresinde şekillendiği açıkça görülüyor.48

Türkiye Gazetesi, 3.12.2002 (sol alt)
Milliyet Gazetesi, 28.4.2003 (sağ alt)
Ortadoğu Gazetesi, 4.12.2002 (sağ üst)
Yeni Şafak Gazetesi, 18.12.2001 (sol üst)

Bugun Gazetesi, 17.09.2009
Star Gazetesi, 24.072009
Zaman Gazetesi, 20.09.2009
Bugün Gazetesi, 18.09.2009
Milli Gazete, 6.06.2008
Sabah Gazetesi, 10.02.2009
Vakit Gazetesi, 17.07.2009

          İngiliz gazeteci Timothy Garton Ash ise The Guardian gazetesinde yayınlanan 27 Mart 2003 tarihli makalesinde benzer bir analiz yaptı. Kosova'daki Arnavutların ve Kuzey Irak'taki Kürtlerin sorunlarını ele alan Ash, "her iki durumda da, hala, bir yüzyıl sonra bile, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası ile karşı karşıyayız" diyor ve yazısını şöyle noktalıyordu:
Yüzleşelim: (Irak'taki) bu kanlı savaş bittiğinde, 1918 yılına geri dönmüş olacağız, yani büyükbabalarımızın Balkanlar'dan Ortadoğu'ya kadar karşılaştığı soruların çoğuyla ve tam da aynı bölgelerde yüzyüze kalacağız. Ve hala bunlara verebilecek bir cevabımız yok. Bazen, Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmamız gerektiğini düşünüyorum.

        Batılıların bile "Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gerektiği"ni düşündükleri bir devirde, Müslümanların bu işe dört elle sarılmaları gerektiği aşikardır.

          Hicri 14. asrın başından itibaren yaşanan gelişmeler, Müslümanların tarihin önemli bir dönüm noktasında olduklarını göstermektedir. Hepimize düşen görev, bu sorumluluğa layık olmaktır.
Türk İslam Birliği'ne Adım AdımYaklaşılıyor
Bu kitabın ilk baskısının yapıldığı tarihin ardından, Türk İslam Birliği'nin oluşumuna giden süreçte gözle görülür bir hızlanma oldu. Bir yandan Türkiye'nin dış politikada izlediği aktif rol ve elde ettiği başarılı neticeler, Türkiye'nin Türk İslam aleminin lideri olması gerektiği gerçeğini teyit ederken, bir yandan da Türk İslam aleminde önemli adımlar atılmaya başlandı. İslam Ortak Pazarı'nın kurulması için girişimlerin hızlanması, Suriyeli yetkililerin Suriye ve Türkiye arasındaki sınırların açılmasını gündeme getirmeleri, Iraklı liderlerin Türkiye'yle birleşme çağrısında bulunmaları, pek çok Türk İslam devletinde halkın "Türk İslam Birliği istiyoruz" demeleri, Ermenistan'la Türkiye arasındaki tarihi gelişmeler ve sınırın açılmasının gündeme gelmesi, dünyanın yeni bir Osmanlı'ya ihtiyacı olduğunun gazete manşetlerine taşınması,  Müslüman ülkeler arasındaki ekonomik ve kültürel işbirliklerinin artırılması, dış basında Türkiye'nin lider olması gerektiği yönünde çok sayıda haber çıkması bu önemli gelişmelerden sadece birkaçıdır. 
Bu gelişmeler önümüzdeki dönemde daha da hızlanacak, dünya çok kısa bir zaman dilimi içinde Türk İslam Birliği'nin kurulduğuna şahit olacaktır. Türkiye Gazetesi, 20.10.2008