TÜRK İSLAM BİRLİĞİ MÜSLÜMANLARA NELER KAZANDIRACAK?
Günümüzde dünya siyaseti, ülkelerin uluslararası bir birlik içinde yer almasını, bir ülkenin ulusal güvenliği ve ekonomik çıkarları için zaruri hale getirmiştir. Genelde coğrafi konumların temel alındığı bu devletlerarası iş birliklerinde, yer altı kaynakları, ticaret alanları ve hatta kültürel değerler de önemli bir rol oynamaktadır. Aynı coğrafya içinde yer alan pek çok ülke, bu tarz örgütlerin çatısı altında kaynaklarını birleştirmekte, ortak savunma paktları oluşturmakta, farklı alanlarda iş birliğine gitmektedir. Kurulan bu teşkilatlarla, barışın korunması, silahlanmanın kontrol altına alınması, uyuşmazlıkların diplomasi yoluyla çözümlenmesi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanması, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel değerlerin korunması hedeflenmektedir. NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı), AGİT (Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı), AB (Avrupa Birliği), NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı), OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği), ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği), G-7 (7 Sanayileşmiş Ülke), D-8 (Kalkınmakta Olan 8 Ülke), APEC (Asya Pasifik Ekonomik İş birliği) gibi teşkilatlar uluslararası siyasi, askeri ve ekonomik iş birliklerinin önde gelen kurumlarındandır.
Bu kuruluşlar zaman içinde üye sayısının artması, kapsadıkları coğrafi alanda değişiklikler olması, etkinlik sahalarının genişlemesi gibi nedenlerle yapısal değişime uğramaktadırlar. Hepsi 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kurulmuş olan bu teşkilatlar, gerçekten de dünyada istikrar ve düzenin sağlanmasına önemli katkıda bulunmuşlar, ekonomik ve sosyal kalkınmada büyük rol oynamışlardır. Bu kuruluşlara üye olan ülkeler, kendilerini hem ekonomik ve askeri olarak koruma altına almakta hem de kendi bölgelerinde ve uluslararası sahada daha etkin bir pozisyon kazanabilmektedirler. Gelişmiş ülkeler dahi bu tarz ortaklıklara ihtiyaç duymaktadır. Serbest ticaret alanlarının oluşturulması, bölgesel ticari anlaşmalar, gümrüklerin kaldırılması ve hatta ortak para birimine geçilmesi (AB'de olduğu gibi) üye ülkelerin geleceklerini güvence altına almaktadır. Ortak savunma paktları ise, üyelerin askeri giderlerini sınırlandırmalarına imkan tanımakta, bu alana yapılacak yatırımlar kültür ve eğitim alanına kaydırılabilmektedir.
Benzer bir teşkilatlanmanın Müslüman ülkeler için de önemli faydaları olacağı açıktır. Hem ekonomik hem de teknolojik olarak kalkınmaya ihtiyaç duyan Müslüman ülkelerde istikrarın sağlanması için atılacak en önemli adım, İslam dünyasının merkezi bir teşkilat, yani Türk İslam Birliği altında birleşmesi olacaktır.
Ekonomik Güçlenme ve Refah Artışı
Ekonomik iş birliği, hem istikrarın sağlanması hem de kalkınma açısından önemlidir. Pek çok Müslüman ülkenin acil ihtiyacı, ekonomisinin istikrara kavuşması ve sağlam temeller üzerine oturtulmasıdır. İslam dünyasında endüstrinin gelişimine önem verilmesi, gerekli yatırımların yapılması zaruridir. Bütün olarak bir kalkınma projesi geliştirmek gerektiği de açıkça görülmektedir. Eğitim, ekonomi, kültürel yapı, bilim ve teknoloji birarada gelişmelidir. Bir yandan çalışma alanları teknolojik olarak geliştirilirken, öte yandan çalışanların eğitim düzeyinin ve kalitesinin artırılması sağlanmalıdır. Toplumlar daha üretici olmaya özendirilmelidir. Çoğu Müslüman ülkede yaşanan yoksulluğun, eğitimsizliğin, gelir dağılım dengesizliğinin ve diğer sosyo-ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırılmasında ekonomik iş birliklerinin büyük katkısı olacaktır. Serbest ticaret alanları oluşturularak, gümrük birliği sağlanarak ve ortak pazarlar meydana getirilerek bu iş birliği kurulabilir.
Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu hem jeo-stratejik olarak avantajlıdır, hem de doğal gaz ve petrol başta olmak üzere değerli enerji kaynaklarına ve doğal zenginliklere sahiptir. Ne var ki, bu kaynaklar ve stratejik imkanlar çoğu zaman gereği gibi değerlendirilememektedir. İslam dünyasında insanların %86'sının yıllık geliri 2000 doların altında, %76'sının geliri 1000 doların altında, %67'sinin geliri ise 500 doların altındadır. Bu durum, İslam dünyasının toplamda sahip olduğu imkanlarla büyük bir tezat oluşturmaktadır. Batı tarafından tüketilen petrolün yaklaşık yarısı bu coğrafyadan ihraç edilmekte, dünya tarım ürünlerinin %40'ı da yine bu bölgede üretilmektedir. Dünya ekonomisinin başta Basra Körfezi bölgesi olmak üzere, İslam coğrafyasından ihraç edilen petrol ve gaza bağımlı olduğu, pek çok ekonomist ve stratejist tarafından da açıkça ifade edilmektedir.
1990 yılında Sovyetler Birliği'nden ayrılan ve 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Kazakistan'da, oldukça zengin doğal gaz ve petrol yatakları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Sovyetler'in toplam ekilebilir alanının 1/5'ine sahip olan Kazakistan tarım açısından da geniş imkanlara sahiptir. Uzaya ilk insanlı mekiğin gönderildiği Baykonur Uzay Üssü de Kazakistan sınırları içinde yer almaktadır. |
Sadece Basra Körfezi bölgesi, bugüne kadar keşfedilmiş dünya petrol rezervlerinin 2/3'sini barındırmaktadır. Yapılan araştırmalar yalnızca Suudi Arabistan'ın ispatlanmış 262 milyar varil rezervi olduğunu göstermektedir ki, bu da dünya petrolünün %25.4'ü demektir. Dünya petrol rezervlerinin %11'i Irak, %9.6 Birleşik Arap Emirlikleri, %9.2'si Kuveyt, %8.6'sı İran, %13'ü diğer OPEC ülkelerine ve geri kalan %22.6'sı da dünyanın diğer ülkelerine aittir. Üstelik ABD Enerji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalar, Körfez bölgesinin petrol ihracatının 2000 ile 2020 yılları arasında %125 artacağını göstermektedir. Bu, tıpkı bugün olduğu gibi gelecekte de, dünya enerji ihtiyacının büyük ölçüde Körfez'den sağlanacağı anlamına gelmektedir. Petrolün yanı sıra, Ortadoğu'nun dünya gaz rezervinin yaklaşık %40'ına sahip olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bunun %35'e yakını Körfez bölgesindedir.
İslam ülkeleri arasındaki ortak girişimler sayesinde, hem ülkeler karşılıklı olarak birbirlerinin tecrübelerinden istifade edecekler, hem de oluşturulan yatırım sahaları her iki tarafın ekonomisi için de gelir kaynağı olacaktır. Her ülkenin sahip olduğu farklı coğrafi ve ekonomik koşullar birer zenginliğe dönüşecek, bolluk ve bereket artacaktır. |
Öte yandan Cezayir, Libya ve diğer bazı Kuzey Afrika ülkerinin toplam rezervleri ise dünya rezervlerinin %3.7'sidir.
Ayrıca Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de doğal gaz ve petrol açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Örneğin Kazakistan'da şu ana kadar tespit edilmiş petrol miktarının 10-17.6 milyar varil olduğu bildirilmektedir. Doğal gaz kapasitesi ise 53-83 trilyon küp olarak tahmin edilmektedir. Türkmenistan'ın doğal gaz yataklarındaki miktar ise 98-155 trilyon küp olarak hesaplanmaktadır ve Türkmenistan dünyanın dördüncü en büyük doğal gaz üreticisidir. İslam ülkelerinin bazıları da çok değerli maden yataklarına sahiptir. Örneğin Özbekistan ve Kırgızistan altın üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Türkiye, önemi son yıllarda daha da iyi anlaşılmış olan bor madeni açısından dünyanın en zengin rezervlerinden birine sahiptir. Tacikistan dünyanın en büyük alüminyum işleme tesislerine sahiptir.
Müslüman ülkelerin bu avantajı, bazılarınca enerji yüzyılı olarak adlandırılan 21. yüzyılda daha da önem kazanacaktır. Enerji, günümüz toplumlarında sanayi, ulaştırma, kentleşme ve askeri bakımdan toplum hayatının temel taşlarından biridir. Üretim ve iktisadi faaliyetlerin gerçekleşebilmesi için öncelikli olarak enerjiye ihtiyaç vardır. Bu nedenle 21. yüzyılda enerji kaynaklarının denetim altına alınması ve bu alanda üstünlük sağlamak için büyük bir çaba harcanacaktır. Ne var ki İslam coğrafyası sahip olduğu bu avantajdan gereği gibi faydalanamamaktadır. Çoğu ülkede -kaynaklar zengin olmasına rağmen- üretimi artıracak ya da çıkarılan kaynağın ülke sanayisinde kullanılmasını sağlayacak gerekli alt yapı ve teknolojik imkanların yetersiz olması, bu zenginliklerin ülke ekonomisine katkısını sadece ihracatla sınırlamaktadır. Bu ülkeler kendi sanayi komplekslerinde petrolü işleyip kullanma, sanayilerini geliştirme imkanına sahip değillerdir. Bunun da ötesinde, kimi Müslüman ülkeler, yer altı kaynakları konusunda gerekli araştırmayı yapacak, mevcut kaynakları tespit edip çıkarılmasını sağlayacak imkandan dahi yoksundurlar. Yabancılar tarafından yapılan araştırmalar ve incelemeler, -bilinen noktalar dışında da- diğer bazı Müslüman ülkelerde de petrol ve doğal gaz olduğunu ortaya koymakta, ancak bu ülkeler bu kaynaklardan hiç faydalanamamaktadırlar.
Elbette yer altı kaynaklarının doğru değerlendirilememesi, Müslüman ülkelerin tek ekonomik sorunu değildir. Ancak bu noktadan hareketle, diğer pek çok soruna çözüm geliştirmek mümkündür. Müslüman ülkelerin ekonomilerinin işleyişi ve ekonomik yapıları arasında farklılıklar vardır. Bazı ülkelerin ekonomisi yer altı zenginliklerine (petrol zengini ülkelerde olduğu gibi) dayalı iken, bazılarının ekonomisi (coğrafi yapılarının elverişli olması nedeniyle) tarıma dayalıdır. Bu farklılık kısmi de olsa toplum yapıları için de geçerlidir. Kimi ülkelerde çoğunluk kırsal kesimde yaşarken, kimi ülkelerde şehir kültürü daha hakimdir. Ancak bir ülkenin diğerini eksik yönde desteklemesi, birinin diğerinin ihtiyacını karşılaması, herkesin uzmanlaştığı konularda diğerlerine yardımcı olması ile bu farklılıklar önemli bir zenginlik kaynağına dönüştürülebilir. Bu da Türk İslam Birliği ile sağlanabilir.
Yapılacak ortak yatırımlar ve ortak girişimler bu noktada önemli bir adım olacaktır. Ortak girişimler sayesinde, hem ülkeler karşılıklı olarak birbirlerinin tecrübelerinden istifade edecekler, hem de oluşturulan yatırım sahaları her iki tarafın ekonomisi için de gelir kaynağı olacaktır. Müslüman ülkelerin birbirlerine ekonomik destek vermeleri, daha önce de belirttiğimiz gibi, İslam ahlakına da uygundur. İhtiyaç içinde olana yardım etmek ve sosyal dayanışma Müslümanların önemli özelliklerindendir. Kuran'da pek çok ayette, ihtiyaç içinde olanların korunması bildirilmiştir. Toplum içindeki sosyal yardımlaşmanın toplumlararası düzeyde de yürütülmesi gerekir. Üstelik bir iş birliği kapsamında gerçekleşecek ülkelerarası yardımlaşma tek yönlü olmayacaktır. Böylece hem iş imkanları artacak hem de her iki toplumda da gelir seviyesi yükselmeye başlayacaktır. Bir ülkede petrol üretilirken, belki bir diğerinde bu petrol işlenecek, tarım imkanları sınırlı olan bir İslam ülkesinin ihtiyaçları tarım zengini ülkeler tarafından giderilecektir. İş gücü sınırlı olan bir ülkenin bu eksikliği bir başka İslam ülkesi tarafından karşılanacak, iş gücü olan ancak sanayisi gelişmemiş ülkelerde de, gelişmiş olanlar çeşitli yatırımlar yapabileceklerdir. Yatırımın yapıldığı ülke gibi, yatırımı yapan veya yatırıma katkıda bulunanlar da bu durumdan gelir elde edeceklerdir. Bilgi birikimi ve tecrübe paylaşımı bereketi artıracak, teknolojik gelişmelerden tüm Müslümanlar gereği gibi yararlanacaklardır.
İslam dünyasının imkanlarını ve gücünü birleştirmesini sağlayacak ortak girişimlerle, yüksek teknoloji ürünü olan pek çok malzeme Müslüman ülkelerde de üretilebilecektir. Oluşturulacak İslam ortak pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, tüm Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu, Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır. Müslüman ülkeler diğer yatırım gruplarına karşı ortak bir güç olarak hareket edebilecek ve küresel ekonominin önemli bir parçası haline geleceklerdir.
Müslüman halkların refah seviyesi ve yaşam standartı yükselecek, İslam dünyasındaki eşitsizlikler ortadan kalkacaktır. Körfez, Pasifik ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında zaten mevcut bölgesel serbest ticaret anlaşmaları bulunmaktadır. Türkiye'nin de dahil olduğu ekonomik iş birlikleri İslam dünyasında yürümektedir. Bazı yerlerde ise ikili iş birlikleri söz konusudur. Ancak bunların kapsamlarının genişletilmesi, tüm Müslüman ülkelerin haklarının ve menfaatlerinin korunduğu, hepsinin kalkınmasının sağlandığı bir iş birliğinin kurulması daha yararlı olacaktır.
Tüm bunlar ancak merkezi bir kurumun önderliği ve koordinasyonuyla gerçekleştirilebilir. Bunun sağlanması ise, öncelikle İslam ülkelerinin gerçek Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin gerektirdiği ahlak yapısını toplumlarında yerleştirmeleri, kısacası İslami bir kültürel uyanışla mümkündür. Türk İslam Birliği, hem bu kültürel uyanışa, hem de onun sonuçları olan siyasi ve ekonomik iş birliklerine öncülük etmelidir.
İslam'ın Müslümanlar arasındaki dayanışma konusundaki hükümleri, bu konuda tüm Müslümanlar tarafından dikkate alınmalıdır. Allah Kuran'da insanlara mal hırsından korunmayı, ihtiyaç içinde olanları koruyup gözetmeyi ve yardımlaşmayı emretmiştir. İman edenlerin mallarında, ihtiyaç içinde olanlar için bir pay vardır. (Zariyat Suresi, 19) Konuyla ilgili bazı ayetler şu şekildedir:
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)
Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)
Ayrıca Kuran'da Rabbimiz, iman edenlerin birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir. (Tevbe Suresi, 71) Dost, yardımcı, destekçi, koruyucu gibi anlamlar içeren "veli" sözcüğü, Müslüman toplumlar arasındaki dayanışmanın ve desteğin önemini vurgulamaktadır. İslam ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci ile kurulacak iş birlikleri, Müslümanlara refah ve bolluk getirecek, İslam dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan yoksulluğun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki, Kuran ahlakının hakim olduğu toplumlarda, açlık, yokluk ve fakirlik gibi sorunlarla karşılaşılmaz. Müslümanlar, akılcı, ileri görüşlü politikalar izleyerek, diğer toplumlar ve ülkelerle iyi ilişkiler kurarak, ticaret ve kalkınmaya önem vererek, diğer kültürlerin birikimlerinden yararlanarak, kendi toplumlarını geliştirirler. Tarihte böyle olmuştur ve yakın gelecekte de Türk İslam Birliği önderliğinde, Allah'ın izni ile, yine böyle olacaktır.
Huzur ve Güvenliğin Sağlanması
Dünyanın bazı bölgelerindeki istikrarsızlıklar, yalnızca bu bölgeyi etkilemekle kalmaz tüm dünyayı olumsuz yönde etkiler. İslam coğrafyası işte böyle bir bölgedir. İslam dünyasının herhangi bir bölgesinde yaşanan sorun da, tüm bu coğrafyayı doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden İslam topraklarında yer alan ülkeleri birbirinden bağımsızmış gibi düşünmemek gerekir. Ortadoğu'da oluşan bir gerilimin, Kuzey Afrika'da etkisi hissedilir. Hazar'da yaşananlar Ortadoğu bölgesinin geleceğini etkiler. Basra Körfezi'nde meydana gelenler Güneydoğu Asya'yı doğrudan ilgilendirir. Bu da, Müslüman coğrafyasının herhangi bir bölgesinde çatışma, sorun, gerilim varsa bunun rahatsızlığının tüm İslam dünyasında hissedileceği anlamına gelir. Elbette aynı şey barış için de geçerlidir. Uzun süreli gerginliklerin -örneğin Arap-İsrail sorununun- barışla neticelenmesinin, tüm İslam dünyasında olumlu bir etkisi olur.
Moti Mescidi, 1662, Delhi (solda) Badşahi Camisi, 1673, Pakistan (sağda) Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71) |
20. yüzyıl boyunca İslam dünyasının büyük bölümü, daimi bir savaş, çatışma ve istikrarsızlık içinde kaldı. Bu dönem kaynakların boşa harcanmasına, ekonomik ilerlemenin neredeyse durmasına, yaşam standartının çok düşük düzeye inmesine, hepsinden önemlisi milyonlarca Müslümanın hayatına mal oldu. Halen de bazı Müslüman ülkeler arasında anlaşmazlıklar devam etmekte, zaman zaman gerilim artmaktadır. Müslüman ülkelerle Müslüman olmayan güçler arasındaki savaş ve çatışmalar da büyük bir huzursuzluk ve istikrarsızlık nedenidir. Türk İslam Birliği'nin sağlanmasının Müslümanlara getireceği önemli yararlardan biri ise bu birliğin, Müslüman dünyasında huzur ve güvenliğin hakimiyetine aracı olmasıdır. Türk İslam Birliği, hem Müslümanlar arasındaki çatışma ve uzlaşmazlıklara çözüm getirmeli, hem de Müslümanlar ile başka güçler arasındaki savaş, çatışma ve gerginlik hallerini uzlaşı ve barış sağlayarak ortadan kaldırmalıdır. Barışın, örneğin bir Arap-İsrail barışının, İslam dünyasına getireceği güzellikleri kısaca şöyle maddeleyebiliriz:
1. Barış, her ülkenin silahlanmaya ayırdığı bütçenin azaltılmasını, bu paranın toplumların refahı için harcanmasını sağlayacaktır. Tüm Müslüman ülkeler ortak savunma paktının üyesi olacaklarından, daha az bütçe ile daha güçlü bir savunma ve korunma sağlanacaktır. Silah sanayi ve teknolojisi için yapılan yatırımlar, sağlık, eğitim, bilimsel ve kültürel gelişme gibi alanlara kaydırılabilecektir. Bu sayede elde edilebilecek kazancın büyüklüğü, rakamların incelenmesi ile daha net ortaya çıkacaktır: Ortadoğu ülkelerinin silahlanmaya ayırdıkları yıllık toplam tutar, Körfez Savaşı'nın patlak verdiği 1991 yılında 70.7 milyar dolardır. Bir sonraki yıl 52.2 milyar dolara gerilemiş, ancak takip eden yıllarda tekrar yükselmeye başlamıştır. 2000 yılında 61 milyar dolar olan savunma harcamaları, 2001 yılında 72 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.
2. İslam dünyasının bazı bölgelerindeki mevcut istikrarsızlık ve çatışmalar diğer ülkelere göçe neden olmaktadır. Pek çok doktor, mühendis, akademisyen, bilim adamı, düşünür, yazar ülkelerinde kendilerini güvende hissetmedikleri için Batı'ya göç etmekte ve çalışmalarına orada devam etmektedir. Konuyla ilgili yapılan bir araştırma, yalnız Arap ülkelerinde yaşanan dış göçün Arap dünyasına yaklaşık 200 milyar dolar kaybettirdiğini göstermektedir. Arap ülkelerinden Batı'ya göç edenlerin 450 bini yüksek eğitim sahibidir. Barış ortamı, Arap dünyasındaki iç gerginliklerin de ortadan kalkması ile birlikte, bu göçe engel olacak, iyi eğitim almış bireylerin göçünün engellenmesi bu kişilerin çalışmalarından öncelikle Müslümanların faydalanmasını sağlayacaktır.
3. Barış sayesinde, Müslüman ülkelerin birbirlerinin bilgi birikimi ve tecrübelerinden faydalanmaları mümkün olacaktır. Barış, Müslümanların her alanda güçlerini birleştirmelerine, birbirlerinin eksik yönlerini telafi etmelerine, dolayısıyla çok daha etkin olmalarına sebep olacaktır.
4. Barışla birlikte ekonomik kalkınma da hız kazacanaktır. Günümüzde bazı Müslüman ülkeler arasında sınır problemleri başta olmak üzere çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar ekonomik sıkıntıların artmasına neden olabilmektedir. Örneğin, yer altı kaynaklarının taşınması ve dünyaya ihracında yaşanan kimi zorlukların temelinde ulaşım güzergahlarının güvenli olmaması vardır. Su kaynakları için de benzer bir durum geçerlidir. Müslüman coğrafyasının önemli bir bölgesi olan Ortadoğu'da su, anlaşmazlık konularının başında gelmektedir. Oysa Müslüman ülkelerin birbirlerine desteği ve anlaşmazlıkların uzlaşma yoluyla çözümlenmesi ile bu sorunlar tamamen gündemden kaldırılabilir.
5. İslam dünyası içindeki farklı kültürler ve etnisiteler, barış ortamında birer zenginliğe dönüşecektir. Hoşgörü ve diyaloğun olduğu bir ortamda, insanlar daha açık fikirli ve daha üretici olacak, farklı kültürlerin harmanlanmasıyla çok zengin bir medeniyet inşa edilecektir.
6. Barış, İslam coğrafyası dışında yaşayan Müslümanların da güç kazanmasına zemin hazırlayacaktır. Dünyanın pek çok ülkesinde İslam en hızlı büyüyen dinlerden biridir. Bu ülkelerde yaşayan farklı milletlere mensup Müslümanların ittifakı, tebliğ çalışmalarına hız kazandıracak, Müslümanların içinde bulundukları toplumlarda kültürel anlamda daha etkin olmalarını sağlayacaktır. Farklı farklı milletlerden küçük Müslüman toplulukların ayrı ayrı faaliyet göstermesiyle oluşacak etki ile, tüm imkanların birleştirilmesiyle ittifak halinde gösterilecek fikri çalışmaların oluşturacağı etki elbette çok farklıdır. Kuşkusuz Müslümanlar kendi milli kimliklerini de koruyacaklardır, ancak bunun yanında ortak bir Müslümanlık bilincinin ve ahlakının egemen olmasıyla, dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Müslümanların tek bir vücut olarak hareket etmeleri onları çok daha güçlü kılacaktır.
7. İslam dünyasında inşa edilecek barış, diğer dünya ülkeleri için de örnek bir model olacaktır. Böylece, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan sorunlar İslam dünyası örnek alınarak barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulacaktır. Müslümanlar, gerçek Kuran ahlakı yaşandığında insanların huzura ve güvenliğe kavuşacaklarının canlı birer örneği olacak, insanlar İslam'ın barış ve esenlik dini olduğuna şahitlik edeceklerdir. İslam dünyasındaki barış belki de pek çok insanın Kuran ahlakına yönelmesine aracı olacaktır.
İhtişamlı Bir Medeniyetin Yeniden İnşa Edilmesi
Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız. (Nahl Suresi, 53) |
Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasıyla birlikte, huzur ve güvenliğin sağlandığı, ekonomik sıkıntıların ortadan kaldırıldığı İslam dünyasında, eğitim, bilim ve kültüre ayrılan bütçe genişletilecek ve büyük bir kültürel atılım yaşanacaktır. Böylece Müslümanlar tüm dünyaya örnek olacak yeni bir medeniyet inşa edeceklerdir. Kuran'da emredilen birlik ve beraberlik ruhunun yaşanması, İslam ülkelerindeki günlük yaşama, sanata, estetiğe, tıp, bilim ve teknoloji konusunda yaşanacak gelişmelere doğrudan etki edecektir. Dostluk ve kardeşliğin yerleşmesi, toplum hayatında huzur ve güvenliğin sağlanması, bireylerin düşünmeye ve araştırmaya daha çok vakit ayırabilmelerine, bunu yaparken daha hür fikirli ve ileri görüşlü olabilmelerine zemin hazırlayacaktır. Kargaşa, yokluk ve sıkıntının giderildiği ortamlar yeni fikirlerin geliştirildiği, yeni ürünlerin ortaya çıkarıldığı, faydalı buluşların yapıldığı ve sürekli ilerlemenin yaşandığı ortamlardır. Müslüman dünyası da Türk İslam Birliği'ni kurarak, bu ortamı meydana getirecektir.
İslam medeniyetinin tarihini kitabımızın ilk bölümünde ele almıştık. Bu medeniyet, gelecekte Müslümanların nasıl bir ortama sahip olacaklarına işaret etmektedir. Tarihte Müslümanların köklü bir medeniyet inşa etmiş olmalarının temelinde Kuran ahlakına göre davranmış olmaları vardır. Allah Kuran'da insanlara düşünmeyi, gözlem yapmayı, incelikleri fark edebilmeyi emretmiştir. Çevresinde gördüğü varlıkları, içinde yaşadığı düzeni düşünmek ve bunların ardındaki hikmeti anlamaya çalışmak Müslümanın görevidir. Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10)
Kuran ahlakını yaşayanlar dogmaların, batıl inanışların ve saplantıların etkisinde kalmadan düşünürler. Çevrelerinde gördükleri herşeyi ve karşılaştıkları her olayı çok yönlü değerlendirirler. Dolayısıyla içinde bulundukları çağdan çok daha ilerisini görebilir, düşünebilirler. Bu özellikleri insanlığa yarar sağlayacak buluşlar yapmalarına, hayatı kolaylaştıracak ve konforu artıracak sistemler geliştirmelerine aracı olur. Türk İslam Birliği'nin sağlanmasıyla birlikte, bu vizyonu kazanacak Müslüman toplumlarda bilim ve teknoloji alanında yeni bir çığır açılacak, Müslümanlar bilimi üreten bir medeniyet meydana getireceklerdir.
Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114) |
İman edenlerin sahip olduğu ince düşünce ve derin kavrayışın kendisini gösterdiği alanlardan biri de sanattır. Sanatın özünde, düşünmek, incelikleri fark edebilmek, gördüklerinden zevk alıp bunları başkalarının da zevk alabileceği şekilde sunabilmek yatar. İman eden ve Kuran ahlakını yaşayan bir insanın sanat anlayışı çok üstündür. Çünkü müminler sanatı İlahi bir güzellik olarak düşünür ve sanatsal eserleri Allah'ın gücünü ve kudretini, yaratılıştaki ihtişamı yansıtan araçlar olarak görürler. İslam toplumlarında sanatçılar Allah'ın yarattıklarında gördükleri güzelliklerden aldıkları ilhamla benzersiz eserler ortaya koyarlar. Kuran ahlakından ve derinliğinden kaynaklanan bu eserlerde, benzersiz bir kabiliyet ve çok zengin bir akıl gücü vardır. Türk İslam Birliği'nin kurulması sayesinde Müslümanların sanat zevkini yansıtan çok daha fazla eser ortaya konulacak, şehirler güzelleştirilecek, ihtişamlı binalar inşa edilecek, yaşam kalitesi çok yükselecektir.
İslam ülkeleri temizlikleri, düzenleri, sanat eserleri, kültürel başarıları, teknolojik imkanları ile ön plana çıkacaklardır. Müslüman toplumlar teknolojinin sağladığı her türlü imkan ve konfordan bol bol yararlanacak, bolluk, zenginlik ve güzellik yaşamın her alanına hakim olacaktır. Müslümanlar hep güzellikle karşılaşacak, ahlakları gibi, yaşadıkları yerler, bahçeleri, evlerinin dekorasyonu, kıyafetleri, dinledikleri müzik, eğlence şekilleri, tiyatroları, sinemaları, resimleri, sohbetleri de güzelleşecektir.
Elbette tüm bunların gerçekleşmesi için tüm İslam dünyasında büyük bir uyanış gerekmektedir. Müslümanları ilerlemeden alıkoyan batıl gelenekler, sosyal yapılar, zihniyetler kaldırılmalı, bunların yerine, İslam'ın ilk nesillerinde olduğu gibi, Kuran ahlakına dayalı, dolayısıyla akılcı, şevkli, kararlı, geniş ufuklu bir ahlak ve vizyon yerleştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki İslam, dünyayı tamamen terk etmeyi gerektiren bir din değildir. Aksine, Müslümanın görevi tüm dünyayı gerçek yüzüyle kavramak ve bu yolla tüm insanlığa ışık tutmaktadır. Dünyanın nimetlerine sahip olmak ise Müslümanların hakkıdır. Nitekim samimi olarak iman edenler ve Allah'ın emrettiği gibi yaşayanlar, Allah'ın Kuran'da inanan kullarına müjdelediği güzelliklerin hepsini yaşayabileceklerdir. Allah ayetinde iman eden müminleri dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını şöyle bildirmektedir:
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)
İslam Ahlakının Diğer İnsanlara Tanıtılması
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun..." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle, Allah'ın Kuran'da iman edenlere bildirdiği önemli sorumluluklardan biri de, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve insanları İslam ahlakına davet etmektir. Ne var ki, günümüzde İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık, Müslümanların bu önemli görevlerini gereği gibi yerine getirmelerine engel olabilmektedir. Oysa özellikle son dönemde diğer medeniyetlerde İslam'a yöneliş artmış ve insanlara gerçek Kuran ahlakını anlatmanın önemi daha belirginleşmiştir. Allah'ın varlığı, birliği, İslam ahlakının gerekleri; Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatı; Kuran'da bildirilen hükümler; İslam toplumunun nasıl olması gerektiği gibi konular son dönemlerde Batı dünyası içinde en çok tartışılan konular arasında yer almaktadır. İslamiyet'e ilgi duyan insanlar kuşkusuz ki en doğru bilgiyi Müslümanlardan alabilirler. Bu nedenle Müslümanların İslam'ı en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir. Müslümanlar tarafından insanlara İslam'ı en güzel şekilde tanıtacak eserlerin hazırlanması, bu yönde gerekli görsel malzemenin temin edilmesi, toplantı ve konferanslar düzenlenerek mümkün olduğunca çok sayıda insana ulaşılmaya çalışılması, her Müslümanın çevresindeki insanlara bu yönde örnek olması büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, insanların din ahlakından yüz çevirmelerinden kaynaklanan pek çok sorunun ortadan kaldırılmasında da Müslümanların ittifakı önemlidir. Din ahlakına karşı olan ve yeryüzünde dinsizliğin egemen olması için mücadele veren çevreler, çoğu zaman birlik içinde hareket etmektedirler. Her ne kadar onların iş birliği bir tür menfaat birlikteliği de olsa, toplu hareket ediyor olmaları hedeflerine daha kolay ulaşmalarını sağlamaktadır. Elbette, din ahlakına karşı olan her fikir sistemi -Rabbimiz'in bir kanunu olarak- yenilmeye mahkumdur. Ancak bu fikir sistemleri, Müslümanlara da büyük bir fikri mücadele görevi yüklemektedir. Bu nedenledir ki, dünya Müslümanlarının en acil sorumluluklarından biri, kendi iç anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak, Kuran ahlakını yaymak ve insanları Allah'ın yoluna davet etmektir. Rabbimiz, iman edenlere bu önemli görevi, bir ayette şu şekilde bildirmiştir:
İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Türk İslam Birliği'nin kurulması, Kuran ahlakını yaymak için yapılacak bütün çalışmalara hız kazandıracaktır. Müslümanların birlik içinde hareket ediyor olmaları, pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da yapılan işleri bereketlendirecektir. Doğru bilgi en hızlı ve en güzel şekilde tüm insanlara ulaşacaktır. Şu anda da bireysel ve toplu olarak dünyanın farklı bölgelerinde, Müslümanlar tarafından İslam'ı yaymak ve tanıtmak için çeşitli faaliyetler yapılmaktadır. Ancak Türk İslam Birliği'nin kurulması, bu faaliyetleri daha programlı bir hale getirecek, Kuran ahlakını yaymak için sistemli bir çalışma yürütülmesi sağlanacaktır. Ayrıca sözde İslam adına ortaya çıkan, ama gerçekte İslam dışı bir saldırganlık ve kabalık sergileyen birtakım kimselerin de önüne geçilecek, gerçek İslam ahlakının ne olduğu tanımlanarak birtakım kimselerin çizdiği yanlış imajlar ortadan kaldırılacaktır.